İçsesim coştu…
Merhabalaaarrr…
Birazdan okuyacağınız söyleşiyi sırf ‘anlatınca susar belki’ ümidiyle içsesimle yaptım. Evet, doğru okudunuz. Kendi kendisiyle hatta daha da ötesi içindeki sesle röportaj yapan bir başka tanıdığınız daha olmamıştır herhalde. Bu saniyeden sonra oldu. Yok yok, henüz kafayı yemedim, korkulacak bir durumum yok. Sadece içimden sürekli konuşan, en olmadık zamanlarda canımı yakan, hatta bazen endişeyi abartıp beni hasta eden bu sese söz hakkı vermek istedim. Çünkü kendisiyle nihayet barıştık. Bugünlerde iyi anlaşıyoruz, amaaann maşallah… Söyleyecek sözleri varmış, dinleyelim… İşte buyurun, bu da benim bir parçam…
Tuğba: Eveeeet, sevgili içsesim. Buyur köşe senin, söyle bakalım derdin ne?
İçses: Sensin…
T: Onu anladık, niye durmadan konuşup aklımı karıştırıyorsun?
İ: Eee, benim görevim bu. Aklını karıştıracağım ki kendini bulasın, gerçekten ne istediğine karar verebilesin.
T: Onca yıl konuştun durdun, işe yaradı mı bari?
İ: Yaradı tabii, yaramaz mı hiç? Ben sana attığın adımlarda karşına çıkabilecek durumları hatırlattım, sen de yolunu çizdin. Gerçi sen beni pek de sallamazsın ya…
T: Sürekli olumsuz konuşursan tabii sallamam. Derdin ne, hep negatifsin?
İ: Negatif değilim ama sen en ufak bir olumsuzlukta negatife meylediyorsun, ben de bundan sonuna kadar yararlanıyorum. Bak sen akıllanınca ben de nasıl sana pozitif destek vermeye başladım, farkıma var rica edeceğim…
T: Bak yaa, pek ukalasın…
İ:Keyfim yerinde artık, ukala olmayı hak ediyorum.
T: Nasıl oluyor bu?
İ: Eee sen kendi değerinin farkına vardın artık, içinden geldiği gibi yaşıyorsun ve mutlusun. Doğal olarak ben de mutluyum ve istediğim gibi takılıyorum.
T: Bu yazıyı okuyanlar ‘kafayı yemiş bu kadın’ diye düşünecekler…
İ: Kimin ne düşündüğü önemli değil. Sen içinden geleni yapıyorsun, her zamanki gibi…
T: Vaay bee takdir ettin…
İ: Ben seni her zaman takdir ediyorum ama sen bana dönmek yerine dışarıdan alacağın onaylara takılıp kalıyordun. O zaman da yine sen üzülüyordun, bu kez benimle kavgaya başlıyordun.
T: Bu nedendi sence?
İ: Kendini tam olarak değil, yarım beğeniyordun.
T: O da ne demek?
İ: Kendinde hep beğenmediğin durumlara odaklanıyordun. Oysa sabahları aynaya baktığında gülümsemen yeter…
T: Bu kadar kolay mı?
İ: Kesinlikle evet, bu kadar kolaydı barışmamız.
T: Bu sadece bana özel bir durum olmasa gerek…
İ: Kesinlikle değil, herkes benzer duyguları yaşıyor. Henüz kafayı yemedin rahatla.
T: Yine kastım değil mi kendimi?
İ: Genelde kasıyorsun. Sanki insanlara kendini beğendirmek zorundaymışsın gibi. Değilsin. Sen, sen olarak zaten değerlisin. Diğer insanların ne düşündüğü önemsiz. Herkes önce kendine baksın.
T: Çözmüşsün sen olayı, ben de bu ne “vır vır başladı yine konuşmaya” diye şikayet eder dururdum…
İ: İnsanlar genel olarak şikayet etmeyi marifet sanıyorlar da ondan. Alışılmış olan bu, hoşuna gitmeyen bir şey olunca şikayet et. Olduu, görürsem söylerim. Şikayet edeceğine şunu kabul etsen olay bitecek, hayatında ne yaşadıysan, sen böyle yaşamayı seçtiğin için yaşadın. Farklı davranma özgürlüğün vardı ama bu şekilde oldu. Kabul et. Suçlama ne kendini, ne başkalarını. Herkes kendisinden sorumlu. Özetle hayat kısa bekleme yapma.
T: Sevdim bunu…
İ: Gerçek bu çünkü. Olumsuz durumları yaşamak normal. Önemli olan karşılaştığın durumların içinden bir an evvel geçip, hissettiğin duyguyu dibine kadar hissedip yoluna devam etmendir. Bu, farkında olmakla mümkün. Yaşadığın sıkıntıda kalma süren sana bağlı ve bu durumda kimse gelip de seni o sıkıntıdan çıkarmaz kusura bakma. Çünkü herkes kendiyle meşgul, ki olmalı da. Tabii bu durum kimseye başkasını kırma lüksü vermiyor. Herkes eşit, aslolan insan.
T: Sen baya akıllı bir sesmişsin.
İ: Ne sanıyordun ki? Hayat senin, ben de içsesinim. Sana en doğru yolu gösterecek olan benim. Bu yüzden her sorunda bana bok atacağına, benimle işbirliği yap. Çünkü biz aynı yoldayız, ben senin hep mutlu ve iyi olmandan yanayım. Her zaman da bu böyle olacak.
T: Dumur oldum…
İ: Ol, yılların acısını çıkarıyorum senden.
T: Ne kastın var bana?
İ: Benim sana bir kastım yok, sen kendini kendin yoruyorsun. Ben de “dost acı söyler” hesabı üzerime düşeni yapıyorum.
T: Çok şekersin…
İ: Haaa şöyle, yola gel… Evet gerçekten de çok şekerim ve eğlenceliyim ama ben senim nihayetinde unutma. Sen de çok şekersin ve seni çok seviyorum.
T: Ben de seni seviyorum.
İ: Bundan başka seçimin yok zaten, beni sevdiğin zaman kendi gerçekliğinle buluşuyorsun. Farkında mısın yüzünde güller açıyor, cesaret buluyorsun, mutluluğun artıyor.
T: Evet farkındayım. Kendimi iyi hissediyorum şu anda.
İ: Daha da iyi olabilirsin. Kendini gözlemle, gündelik yaşamında kendini iyi hissedeceğin durumlara odaklan. Her şey güzel, daha da güzel olacak bu sayede.
T: Hayat dersleri havada uçuşuyor. Sevdim ben seni. Pekii canım acıdığında niye saçmalıyorsun, beni yoruyorsun?
İ: Dibe vurmak gerek bazen. Hep mutlu olunmaz ki veya hep de üzüntülü olunmaz. Her şey yaşanacak ama dozunda, o dozu da sen belirlersin, tabii ki seçimlerinle. Ben mutluluğu seçmenden yanayım. Böyle güzel…
T: Eee hep mi ben bir şeyler yapacağım? Niye başkaları beni üzüyor peki?
İ: İzin vermezsen kimse seni üzmez. Sen kendini nasıl hissetmek istersen öyle insanlar gelir ve bulur seni.
T: Derin konular bunlar, daha fazla uzatmayalım. Röportaj yapalım dedim, aldın beni yerden yere vurdun…
İ: Kendimi anlattım, “ben senim” dedim. Bana güven, her şey yolunda, korkma. Herşey istediğin gibi gidiyor. Elindeki güzelliklerin kıymetini bilirsen daha iyi olur senin için.
T: Biraz da çatlaksın galiba?
İ: Eee kimse dört dörtlük değil. Az buçuk çatlaklık olması güzel bir şey. İnsana renk katar. Bu konuda senin eline su dökemem tabii. Her telden çalıyorsun.
T: Bence bu kadar yeter. Daha fazla devam etmesek iyi olacak, bu gidişle bana dair bir şey kalmayacak içinde çenen düştü.
İ: Peki, öyle olsun. Anlaşalım ama eğer kendini üzersen canına okurum. Biliyorsun.
Bilmez miyim hiç…
İçseslerinizin mutluluk getirmesi dileğimle…